Mecburiyetten kırmızı noktalı Aysel Gürel

Gönül Aysel Gürel
7 Şubat 1929 – 17 Şubat 2008

Kahvenin telvesi: Aysel Gürel’e beş ay önce taşındığı, ama henüz “benim” diyemediği evinde misafir olduk. Bu öyle az buz bir şey değil çünkü yalnızlığını seven bu kadına göre iyi ev sahipliğinin sırrı kimseyi kapıdan sokmamakta yatıyor. Biz randevuluyduk; bu artı puanımızdı. Ama yine de hep diken üstündeydik çünkü kahve içmeye gelmiştik. Yani ev sahipliğinin ikramla insan kandırmak olduğunu düşünen bir Aysel Gürel’in karşısında bir de eksi puanımız vardı. Maç ortada görünüyordu. Bir yandan da deplasmandaydık ve karşımızda tüm Türkiye tarihinin en zorlu, en dobra, en ödün vermez kadını vardı. Her şey iyi gitti. Mutfağında uzun, tatlı, bol sigaralı ve dev bir fincanda hazır kahveli bir sohbet ettik. Aysel Gürel’in evinden çıktığımızda gönlümüz onunla kalmıştı.

Gerçek yaşınız?

76.

O zaman öteki yaşınız?

Serkan 13 yaşında olduğumu söylüyor. O da 16’ymış. Küçük bir kız çocuğu gibiyim. Mesela Al Pacino gelse buraya, onunla bir ilişki yaşayabilirim.

Erkek tipiniz nasıl?

Sarışın, yeşil gözlü, uzun boylu, yakışıklı, güzel suratlı… Brad Pitt bile yetmiyor yani.

Size İskandinav yöresinden lazım o zaman…

Evet ama onlar da güneşe çıkamıyor; hemen kızarıyorlar. Ama oralarda da beni seviyorlar, fan kulüplerim var…

Oraya da olta atmış oluyorsunuz…

Olta atan hep onlar. Ben hep pasifim, 13 yaşındaki bekaretini koruyan kız çocuğu pozisyonunda yaşıyorum. Yani bekaretimi teslim edeceğim erkeği bekliyorum. Ruhsal bekaretimi tabii.

Niye bu zamana kadar çıkmadı?

Yahut da aynı anda, aynı sokaktan, aynı kaldırımdan geçtik. Ama maalesef birbirimizi görmedik.

Nasıl bir hayatınız var?

Çok bireysel yaşıyorum. Tek yaşamanın mutluluğunu ve lüksünü yaşıyorum. Çocuklarımı, torunumu çok seviyorum, her annenin sevdiğinden biraz daha şairane seviyorum. Fakat tek yaşarken kendimi tanrıça gibi Olymp Dağı’nda tek başıma oturuyor gibi hissediyorum. Küçük tanrılar ve yakışıklı erkek tanrılar var etrafımda. Sanri tüm doğa bana hizmet etmek için, hatta diğer insanları canım sıkılmasın diye figürasyon olarak yerleştirmişler diye düşünüyorum. Çok kendime dönük yaşıyorum.

O zaman pek sıkılmıyorsunuz…

Canım hiç sıkılmıyor. Etrafımdaki olaylar biraz beni rahatsız ediyor. Yaşadığım toplumun da üstünde görüyorum kendimi, halkın değil. Toplumun uygunsuz yaşam biçimleri beni rahatsız ediyor. Kalbim de herhalde çok ufak ama çok sıcak. Sevgi için çarpıyor.

Niçin ufak diyorsunuz?

Ben ufacık bir kadınım. 51 kiloyum.

Hep böyle miydiniz?

İki santim de kısaldım yaş dolayısıyla. Lise yıllarında atlettim. Yüzme şampiyonuydum, voleybolcuydu. İnceydim, aynı bu kilolardaydım.

Yani hep korudunuz kilonuzu…

Korumadım, bir ara şiştim, 66 kilo oldum.

66 da pek şiş sayılmaz.

Sen üstüne alınma.

Biraz dobrasınız değil mi?

Aşırı. Ama bir yerlere geldikten sonra insan bu kadar cüretkar ve dobra olabiliyor. Hayatta daha ne olacağını bilmediğin ve ezildiğin dönemlerde insan etraftan tepki almamak için daha bir yalana vuruyor sözlerini. Ama artık bundan sonra…

Ne zamandan beri?

Yüz seneden beri. Artık halka mesaj vermeye başladım. Arabaların kaportalarına yumruk atıyorum; yanlış seyrüseferdesin diye. Çöpçülere bile karışıyorum.

Herkese her istediğinizi söyleyebiliyorsunuz.

Artık eğitmen hüviyetiyle çalışıyorum. Öğretmenliği de geçtim. Yolda yürüyene karışıyorum.

Bir isim olarak çoksunuz ama aslında siz tek kişi olarak azsınız. Etkili olduğunuza inanıyor musunuz?

Vallahi inanıyorum. Aysel Gürel geliyor, çöpü kaldır diyorlar mesela. Üç kişi öğrense katsayılarıyla çoğalırız.

Yeni taşındınız ve yerleşemediniz?

Hep taşındım ben, ömür boyu. Talebeliğimde de 10 tane yurt, 20 tane pansiyon değiştirdim ben. Tam göçebeydim.

İşte buraya yerleşebilirim, dediğiniz bir eviniz oldu mu?

Çok oldu ama yine de taşındım. Karafatma çıktı taşındım, fare çıktı taşındım. Bizans lağımlarının üstünde oturuyoruz, temizlenmez ki. Bu üst katta da kargalar ve leyleklerle birlikte yaşıyorum.

Ev içi hayatınız nasıl?

Hiç televizyona bakmıyorum.

Ama salonun ortasında, yerde büyük bir plazma televizyonunuz var.

Televizyonun yok mu, diye soranlara ayıp olmasın diye koydum.

Yemek yapmayı sever misiniz?

Aman ne münasebet! Ben 40 senedir yemek yapmam. Evde hiç tencere gördün mü?

Dışarıda mı yiyorsunuz?

Yok, dışarıda da yemem. Hepsi iğrenç. Simit yerim, peynir, azıcık reçel… İşte o kadar.

Formunuzun sırrı bu mu?

Yok canım genetik. Tıpkı babama benziyorum.

Evin nerelerini kullanıyorsunuz en çok?

Yatak odası, banyo, mutfak… Öbür taraflara da burası neresi, diye bakıyorum.

Yeni yerleştiğiniz bir yere alışma süreniz nedir?

Öyle bir şeyim de yok. Ben doğanın ortasında her şeye alışmış olarak dolaşıyorum.

Yani kedi gibi değilsiniz…

Yok, bugün şu an bu mutfaktayım, yarın sabah Almanya’da ya da Amerika’da olabiliri. Ve uyum problemi yaşamam.

Bir göçebesiniz, ama kök salmak istemez misiniz?

Kök salmak istemek o kadar saçma bir şey ki… bir bitki bile aslında kök salamıyor; tohumlarını rüzgar alıp başka yerlere savuruyor. Öyle bir şeyim yok, evleneyim, bir yuvam olsun, pembe damlı bir evim olsun, kocam olsun…

Kısa süren bir evliliğiniz var.

Beş yıl falan. Şöyle oldu: Artık bu yaşa geldi, kimse almıyor bunu galiba. Memesi mi yok, a… mı yok dediler. Bunu ispatlamak için evlendim. Ama o zamanlar doğum kontrol hapları falan yoktu. Eh tek erkekle yaşama mecburiyeti de var. İki kızım da bu evlilikten.

Daha sonra da doğum kontrol hapına ihtiyaç kalmadı…

Kalmadı da o zaman da gönlüme göre erkek modeli bulamadım. Yine yalnız yaşadım. 10 yıl da Teoman Alpay’la yaşadım, besteci olduğu için. Çok yakışıklıydı. Aşık olduk birbirimize.

Serkan’la da benzer bir ilişkiniz mi var?

Tabii müzik arkadaşıyız.

Müzik dışında, bir aşk ilişkiniz oldu mu?

İnşallah. Böyle bir aşk bekliyorum.

Sipariş verebiliyor musunuz?

Yoo, ama hep söylüyorum, Türkiye’deki erkeklerin yüzde ellisi bana aşık. Bunların içinden benim de aşık olabileceğim adam kim ve nerede? Onu bilmiyorum. İnternet kızı değilim, öyle çıkıdı çıkıdı bir şeyler yapıp adam arayayım.

Ozanlık tarafınız bu ruh halinizden nasıl besleniyor?

Gece rüyalarıma giriyor, yüzü değişiyor, tek bir erkek ama binlerce yüz var. Rüyalarımda seyrediyorum bakıyorum, aa sen değilsin diyorum. O arayış zaten duyguları harekete geçiriyor. Tabii her şarkı sözü aşk üzerine değil, felsefi, toplumsal… Ama bunlar bizim müzik piyasasında olmuyor. Beni tıkla, beni s… böyle şarkılar… İster istemez piyasaya uygun şeyler de yapıyorsun.

Şu sıralar neler yapıyorsunuz? Planlarınız neler?

Projelerim falan yok, artık toplum beni yönetiyor. Onların plan, proje ve isteklerine göre oradan oraya sürükleniyorum. Teslim olmadım, ruhum teslim olmaz ama sürükleniyorum işte.

Televizyon programları falan…

Evet, benim çıktığım televizyon programları büyük reyting yapıyor. Öbür kanallar g… üstü oturuyorlar. Sempatim olan kanallara ve sanatçılara kıyak olsun diye çıkıyorum.

Erken mi kalkıyorsunuz?

Sabaha karşı üçte kahvaltı ediyorum. Ben günü gece ve gündüz olarak kullanmıyorum. Haydi çocuklar yatalım, ezan okundu, yok öyle bir şey. Beden saatime göre yatıp kalkıyor, yiyip içiyorum.

Bu saat uyku saatiniz olabilir o zaman…

Zaten sen geleceksin diye bir saat uyudum arada.

Başkalarıyla hayatınızı nasıl düzenliyorsunuz?

Başkalarına hiç yüz vermiyorum. Başkası yok, bir tek ben varım.

Renkler…

40 yaşında kadına yaşlı falan diyorlar ve ona da renkler tayin ediyorlar; siyah, gri, bordo ve kahverengi… Halbuki renkler güneşin renkleri. Doğayı inkar etmek oluyor bu.

Sadece üstünüzde değil evinizde de taşıyorsunuz renkleri. Belli renklerin etkilerine inanıyor musunuz?

Hayır ama kırmızı erkekte seksi uyandırır diye tercih ederim. Kendim için değil yani, zavallı adam için. Ben erkekleri tahrik edip sonra da kaçan biriyim. Altı sene vermem mesela, onları köpürtürüm. Çünkü verdiğin zaman hemen başka çeşidini arıyor.

Kadın için de geçerli değil mi?

Kadının da araması lazım. İkisinin arasında hiçbir fark yok. Arzularıyla, kaçaklarıyla aynı. Yani kadınlar da çokeşlidir.

Aynı anda üç kişiye aşık olabilir misiniz?

Olabilirim. Herkesin gönlünde yer var. Ama ben bunu tercih etmiyorum. Tekeşliyim. Yani bitene kadar, o da ben de başkasıyla birlikte olmayacağız.

Kıskançsınız…

Çok, çok… Ben tekeşliyim ve hem duygusal hem de bedensel olarak bağlandığım kişinin de öyle olmasını isterim.

Aldatma…

Katiyen kabul etmiyorum; yine de bir gün ben de aldatabilirim diye kabul edilebilir. Ama anlayışla karşılamıyorsun, tırmalıyorsun, canından bezdiriyorsun, kabul etmiş gibi görünüyorsun ama içinde hep o bir gün… Hayvan dergisinde şöyle dedim: “Arının soktuğu yeri hemen emmeli, ihanete uğrayınca da hemen vermeli.” 24 saat içinde. Ama başıma geldi. Çok değer verdiğim birini bulunca ben de onu aldatacağımı söyledim.

Peki yaptınız mı sonra?

İşte o adama hala rastlamadım.

O çok şeyi çözecek biri o zaman.

Çook… Çok işe yarayacak.

Cinselliğin yeri ne hayatınızda?

Ben şimdi otuzbirci oldum. Gösteriyorum vermiyorum. Çünkü insan en iyi kendisini memnun eder. Hiçbir erkek bir kadını tanıyamaz, bir delik olarak görür, girer çıkar. Çok duygusal bir şey yaşamak lazım. Çok arzulamak; ondan sonra da temrin lazım yatakta. Bilmem ne noktalarını keşfedecek, doktora soracak yerini bulamıyorsa… Çok zor. Kadınlara soruyorsun orgazm nedir; aaa diyoruz yatakta, diyorlar. Zaten hepimiz hem kadın hem erkeğiz. Hormonal olarak her kadın yüzde 51 kadın, yüzde 49 erkek, erkekler de öyle… Hormon aldığımız zaman kıllarımız çıkar, memeler küçülür abi oluruz. Bunların de örnekleri var.

Sağlığınız ne durumda?

Şöyle bir şey oldu. Müjde menopoz döneminde ikimizin raporunu doktora götürdü. Doktor, “Müjde Hanım artık hormonları keselim gerek yok vücut kafi derecede salgılıyor” deyince, Müjde şoke oluyor. O benim raporum. Üç sene önce öğreniyoruz menopoza girmediğimi. Yani 76 yaşında genç kızım. Kanama, yumurtlama yok ama hormon düzeyinde bir değişiklik de yok. Azgın bir dişi…

Ve gayet güvenli…

Evet, ama bütün bunlara rağmen beş buçuk senedir hiçbir erkekle yatmıyorum, yani değer bulmadığım için… O adam gelecek. Hazırım. Gördüğüm anda donumu çıkarabilirim. Aslında belki yanımdan geçti ve ben tanımadım. Belki hayatıma girerse o zaman ben ben olmam, onun için bu kadar uzadı.

Bu durumda vücudunuzla düşünceleriniz birlikte yürüyor…

Bilmediğimiz bir zamanda bir erkek, Olymp’ten bir tanrı gelecek sana aşık olacak. Böyle bir erkek beklerken insan nasıl kadınlığını bitirir ve menopoza girer?

Hangisi daha doğru, beklemek mi yoksa deneyip yanılmak mı?

Ekonomik gücü olmayan kadın kesinlikle böyle bir şey denemesin, beklemesin. Aile baskıları, töre möre diye bir erkeğin koynuna atılmışsa zaten, üniversiteye gidecek, iş hayatına atılacak, bu umutlar da kaybolmuş… Ama canını kurtarması, işkenceye maruzsa, nefret ettiği bir seks yaşıyorsa, çıksın evden, yürüyerek dünyanın başka bir yerine gitsin. Kendini kurtarsın.

Siz böyle radikal bir değişiklik yaptınız mı? Boşandınız mesela…

Benim harika bir kocam vardı. Başka bir kadın olduğu için. İkili kullanmak istemedim. Ama bütün kadınlar ikili, üçlü kullanıyorlar. Kız çocuğu şöyle yetiştiriliyor: Kocaya gidecek, koca ömür boyu ödeyeceği viziteler karşılığı ona bakacak. Yani her gece s…ecek, karşılığında da ekmek getirecek.

Bu nedenle mi yalnız bir hayatı tercih ettiniz?

Birlikte yaşasam da masrafları yarı yarıya ödemek isterim. Yani “beni param için s…miyor” gururu bu. O bana para harcarsa bu sefer ben kendimi satılık kadın gibi hissederim. Ortası yok…

Kızlarınızın hayatı size nasıl görünüyor?

Mükemmel, beni aştılar yani. Bu anneden başka çocuk çıkmazdı zaten. Portakal ağacı erik değil, güzel kokulu portakal verir.

O zaman hayatınızdan da memnunsunuz…

Evet, kendime aşığım ben, narsistim. Aynada kendime bakarım, kendimi okşarım, severim, öperim.

Her kadının bunu yapması gerekmez mi?

Evet ama bizde bir kadın bunu yapsa kocası iki patlatır, manyak mısın der. Benim s…m var ne ihtiyaç var kendini öpmeye der.

Dışarı çıkıyor musunuz?

Çıkıyorum. Sabah 07.30’da Beyoğlu’na gidiyorum, çöpçüler süpürürken. 15 günde bir de dışarıda yemek yerim.

İstanbul’da nasıl yaşıyorsunuz?

İstanbul’u seyrederek yaşıyorum. Tüm o İtalyan, Fransız binalarına, rölyeflere, Tünel’de ara sokaklara bakarak… İstanbul’u içimden görüyorum. İstanbul’a kuşbakışı baktığınızda İstanbul yok.

Yürüyerek mi geziyorsunuz?

10 metre yürüyorum en fazla. Sonra taksiye biniyorum. Çünkü araba kullanamam, bana ehliyet vermezler. Önündeki arabaya geçirmek duygusuyla sürerim. Tehlikeliyim.

En çok neresini seviyorsunuz İstanbul’un?

Beyoğlu’nu. Serkan sabah uyanır Boğaz’a, ben de Beyoğlu’na giderim. O konuda hiç anlaşamıyoruz. Sabahlarını seviyorum. Polislere bile karışıyorum. Onlar da beni seviyor. Çok bunaldığım zamanlar trafik polislerinin arabasına biniyorum.

Büyük bir lüks.

Ben bir şey yapmıyorum. Onlar beni yakın buluyorlar. Bunu bir deli yapabilir. Allah’tan yaşlıyım.

Bir deliye bu kadar müsamaha gösterilmez. Neden Aysel Gürel olmanız olamaz mı?

Nedeni Türkiye Cumhuriyeti’nde tek olmam. Benzerim yok. Şimdi o kadar çok Aysel Gürel çıktı ki. Mesela İzmir’de bir kadın varmış. Akasyalar Gazinosu’nda masa ayırtıyor, rakı içiyor, sahnede şiir okuyor, bütün herkes saygı gösteriyor ona… Ben değilim dedim. Rakı içmeye iki ay önce başladım. Çaydan başka bir şey içmezdim. Serkan beni alıştırdı. İçince çamurlaşıyorum.

Taklitlerinizden niye rahatsız olmuyorsunuz?

Bana benzemeleri çok zor. Ben gibi doğmaları lazım, bin gibi eğitilmeleri, yaşamaları lazım, hiç ödün vermemeleri lazım…

Ne oldu da siz bu kadar kararlı, ödünsüz oldunuz? Eğitiminiz mi?

Eğitimimle ilgisi yok. Ben Türk dili edebiyatı tahsili yaptım. Ama aile çok önemli. Babam savcıydı. Annem Türkiye’nin ilk Kadınlar Birliği üyesi; çarşafı ilk atanlardan. Ablam muazzam bir fizikçiydi, Madame Curie kadar. Abim hukukçu. 13 yaşında Mesnevi okuyordum. Dahi çocuk olarak devlet beni Paris’e konservatuvara gönderiyordu. Annem “kondüktör trende seni s…r” dedi, göndermedi.

Yani her şey farklı olabilirdi?

Ne olacaktım. Koloratür sopranoymuşum. Ünlü bir operacı olacakmışım. Şimdiye de emekliydim.

 Dishy, Temmuz 2005

Salonun girişindeki büyük aynada yalnızca kendi bildiği yüzünü, herkesin bildiği Aysel Gürel yapmak için gereken tüm malzeme var. “Bir telekız gibi saatlerce süslenmem lazım. Makyajımı, her şeyimi kendim yapıyorum” diyor. Bu ev, bu masa, bu dünya yerleşik hayata geçmeye direnen, ödün vermez ve cesur bir kadının… Asılacaksa hep kendi bacağından asılmayı seçen Aysel Gürel’in…

Yorum bırakın